1 Ekim 1999
Cholderton
İnsanlar tek başlarına alfabedeki
harfler gibiler. Hemen hemen hiçbir anlam ihtiva etmiyorlar. Bir şey ifade
etmeleri için, yine harfler gibi yanyana gelmeleri gerekiyor ki, anlamlı bir
kelime olabilsinler.
Şu dönem galiba hayatımın en
anlamsız dönemi. İki haftadır sadece harfim. Bu daha ne kadar sürecek
bilmiyorum ama ben artık bir kelimeye ait olmak istiyorum.
Hayatımın bu iki haftalık dönemi,
İstanbul’daki ilk dönemlerimi hatırlatıyor. Aramızda sadece uzaktan kan bağının
olduğu, ondan başka hiçbir ortak noktamız bulunmadığı bir ailenin yanında
kaldım ilk ay. Evde kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Okuldaysa kendime göre bir
arkadaşa rastlamamıştım. Bütün zamanlarım ev-okul, bazen de ev-okul-Kadıköy
(Salı Pazarı) arasında geçiyordu. İstanbul’u hiç öğrenemeyecek ve hiç iyi
hissedemeyecekmişim gibi geliyordu. 6 sene sonra, hemen hemen aynı zamanlarda
yine böyle hissetmem ne tuhaf.
Yine evde huzurlu değilim. Yine çevreyi
tanımıyorum ve yine sadece bir harfim. O zaman daha genç, daha bıçkındım. Hiçbir
sosyal statüm yoktu. Sadece Ebruydum. O şekilde pek çok şey daha rahat
göğüsleniyormuş meğer. Şimdiyse çok farklı. İnsanlar bana seslerini
yükselttiklerinde sadece Ebru yaralanmıyor. Hem Ebru Hemşire, hem de -henüz deneyimi
olmasa bile- Ebru Öğretmen yara alıyor.
Hayat her geçen gün insanlar için
daha da zorlaşıyor. Çünkü insanın beklentisi artıyor. Çocukken insanların
insanca davranışları hususunda hiç kafa yormazsın. Aksi davranışlar seni fazla
hırpalamaz. İlerleyen zamanla birlikte insanların insanca davranmaları hususunda
bir beklentin doğar. Ama bu beklenti her zaman gerçekleşmez ve derin travmalar
alırsın.
O yüzden, Perihan Mağden’in de
dediği gibi otuz yaşından sonra insan hayatına yabancı hiç kimseyi almamalı. Değişik
yerlerde, değişik anlayışların içinde varlık mücadelesi vermemeli. İnsan otuzundan
sonra bu hayatın müdavimi olmalı. Ama bu yaşa kadar da, müdavimi olacağı en iyi
yaşam için mücadele etmeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder