23 Ekim 2018 Salı

Ebru'dan Meçhule








1 Ekim 1999

Cholderton



İnsanlar tek başlarına alfabedeki harfler gibiler. Hemen hemen hiçbir anlam ihtiva etmiyorlar. Bir şey ifade etmeleri için, yine harfler gibi yanyana gelmeleri gerekiyor ki, anlamlı bir kelime olabilsinler.
Şu dönem galiba hayatımın en anlamsız dönemi. İki haftadır sadece harfim. Bu daha ne kadar sürecek bilmiyorum ama ben artık bir kelimeye ait olmak istiyorum.

Hayatımın bu iki haftalık dönemi, İstanbul’daki ilk dönemlerimi hatırlatıyor. Aramızda sadece uzaktan kan bağının olduğu, ondan başka hiçbir ortak noktamız bulunmadığı bir ailenin yanında kaldım ilk ay. Evde kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Okuldaysa kendime göre bir arkadaşa rastlamamıştım. Bütün zamanlarım ev-okul, bazen de ev-okul-Kadıköy (Salı Pazarı) arasında geçiyordu. İstanbul’u hiç öğrenemeyecek ve hiç iyi hissedemeyecekmişim gibi geliyordu. 6 sene sonra, hemen hemen aynı zamanlarda yine böyle hissetmem ne tuhaf.

Yine evde huzurlu değilim. Yine çevreyi tanımıyorum ve yine sadece bir harfim. O zaman daha genç, daha bıçkındım. Hiçbir sosyal statüm yoktu. Sadece Ebruydum. O şekilde pek çok şey daha rahat göğüsleniyormuş meğer. Şimdiyse çok farklı. İnsanlar bana seslerini yükselttiklerinde sadece Ebru yaralanmıyor. Hem Ebru Hemşire, hem de -henüz deneyimi olmasa bile- Ebru Öğretmen yara alıyor.
Hayat her geçen gün insanlar için daha da zorlaşıyor. Çünkü insanın beklentisi artıyor. Çocukken insanların insanca davranışları hususunda hiç kafa yormazsın. Aksi davranışlar seni fazla hırpalamaz. İlerleyen zamanla birlikte insanların insanca davranmaları hususunda bir beklentin doğar. Ama bu beklenti her zaman gerçekleşmez ve derin travmalar alırsın.

O yüzden, Perihan Mağden’in de dediği gibi otuz yaşından sonra insan hayatına yabancı hiç kimseyi almamalı. Değişik yerlerde, değişik anlayışların içinde varlık mücadelesi vermemeli. İnsan otuzundan sonra bu hayatın müdavimi olmalı. Ama bu yaşa kadar da, müdavimi olacağı en iyi yaşam için mücadele etmeli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder