Merhaba
Senin hışmına uğrayan ilk mektup denemesinden sonra sana bir
daha yamamaya son derece kararlıydım. Ama sana söylemem gereken bir düzine şey
varken ve söyleyemiyorken yazmaktan başka çıkar yol bulamadım.
Nereden başlayacağımı, nasıl sıralayacağımı bilemiyorum. O nedenle
bir ordan bir burdan karışık bir şey olacağa benziyor.
Sen yanımda değilken, kafamın içindeki sana, nasıl
hissettiğimi tam da istediğin gibi ifade edebilirken, senin yanında bunların hiçbirinden
bahsedememek sadece benimle ilgili değil diye düşünüyorum. Pek çok insana kendimi
rahatlıkla ifade ederken ben sana bir türlü açılamıyorum. Açıldığımda da
genelde ayrılmaya karar veriyoruz. Seninle bir türlü konuşamadık. Yan yana yürüyen
insanların o kendilerine has ortak dillerini bir türlü geliştiremediğimiz gibi
neredeyse var olanı da inkar ettik. Önceleri bu duruma sadece üzülürken,
sonraları nedenleri üzerinde daha çok kafa yormaya başladım. Bu durum seninle
ilgili olan yanlarından biri senin sürekli korunaklı tutumundan sanıyorum. Hayatını
kendini korumaya adamış bir halin var. Daima kontrollü davranma ihtiyacı
hissediyorsun. Bense özellikle önceleri o kadar paldır küldür yaşıyordum ki
senin yanında duygularım, davranışlarım, isteklerim hep komik kaçıyordu. Bu durumun
abesliği iyice canımı sıkmaya başladığında daha kontrollü davranmaya zorladım
kendimi. Daha makul, daha ortalama, daha az şeyle yetinen. Oysa ben sana her
istediğimde “seni seviyorum” demek istiyordum. Elimi sımsıkı tutmanı
istiyordum. Doya doya gözlerini suç işliyormuşçasına kaçırmadan, gözlerine bakmayı
istiyordum. Arada birbirimizin yerine karar verebilecek kadar birbirimizin
hayatında söz sahibi olalım istiyordum.
…. benim bunları, değil varlığımda, sevginin dahi mutlu
olmasına yetmediği, neredeyse varlığımı tanımayan, değil sevgi sözcükleri
kullanmak ismimi dahi es geçip “şey” demekle yetinen, ….. mutlaka
mazeretlendirmemi isteyen (yoksa “noldu” diye telefona çıkan) ….. birinden
beklemem gerçekten abesle iştigal ediyordu.
Benim bu beklentilerimi özgürlüğüne kasıt olarak
algılıyordun. Çünkü özgürlüğün senin için çok önemliydi. Ve sen kendin için
önemli olan şeylerle o kadar meşguldün ki, karşındakinin de önem verdiği şeyler
olabileceğini bir türlü idrak edemedin. Oysa ben de en az senin kadar düşkündüm
özgürlüğüme. Senden, bu ilişkiden bir şeyler beklerken ne senin hayatını
zaptetmek ne de kendiminkini feda etmek geçti aklımdan. Özgürlüğü tehdit
altında olduğu düşüncesi sende öyle bir yer etmişti ki, bu korkun yüzünden beni
defalarca kırdın.
Şu an burada değilsin. Geçen hafta geldiğinde özlemden çok,
bir görevi yerine getirircesine görüştük. Daha da iki hafta görüşmeyeceğiz. Eski
Ebru olsaydı seni bu sırada deli gibi özlerdi. Şimdiki ise özlemekten korkuyor.
Duygularını bir süre derin dondurucuya koydu ve ne zaman erir o buzlar
bilemiyor.
Bu yazdıklarımdan sonra zoruma giden başka bir şey de ne
biliyor musun? Tüm bu olumsuzluklara karşı giderek bende tolerans gelişiyor. Bu
duyguların intiharı gibi bir şey benim için.
Sanırım hala aşık olmayı bekliyorsun. Ben de sen bu duruma
düşene kadar açığı kapatıyorum. Sana bir gün bir şey söylemiştim, onu tekrar
edeceğim. “Kendi duygularının bekçiliğini yapan kişiyi hırsız bile çalmaz.” Bunu
Özdemir Asaf söylüyor. Senin bu tanıma çok uygun olduğunu düşünüyorum. Sen bu
bekçilik görevini layıkıyla yerine getirirken birinin gelip senin kalbini
çalabilmesine imkan var mı dersin?
Aşk bir rüya. İnsan rüyasında maruz kaldığı şeylere müdahale
edemiyor. Sadece sevme ve üzüntü duyabiliyor. Benim istediğim bu rüyadan
uyandığımda, hayatıma yeniden ….. edebildiğimde de seçeceğim mutlu olacağım bir
ilişki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder